Bu yazıda neden madam Curie gibi birisinin tarihte var
olduğunu, dahası bir insanın neden böyle şeyler yaptığını incelemek istiyorum.
Umarım sıradan olmayan böyle bir insan üzerine düşünmek bazı şeyleri anlamamızı
kolaylaştırır.
Eğer madam Curie’nin hayatını okumadıysanız şu linki ziyaret
edin.
Öncelikle baktığımızda savaş atmosferinde bir ülke, insan
hayatına mal olan hastalıklar, ekonomik sıkıntılar ve kadının toplumdaki yeri
gibi aşılması zor engeller var. Madam Curie ise sanki refah içinde bir toplumda
babasının tuttuğu özel hocalarla eğitim almış, bilim yapması için hazırlanmış
özel ortamlarda çalışırken zamanla keşifler yapmış ve patent almayarak
buluşlarını insanlığın hizmetine sunmuştu. Birinci koşulların doğru olduğunu
biliyoruz ama nedense ikinci koşullar daha doğruymuş gibi geliyor. İleride buna
da değinmek istiyorum.
Hayat amacının ne olduğunu hatırlamak için size şu videoyu öneriyorum.
Bir insan hayat amacı edineceğim diye kendini zorlamaması gerektiğini
düşünüyorum. Belki madam Curie kadar zekamız olmayabilir. Öğrenmeye de bu kadar
hevesli olmayabiliriz ama bir düşünün. Eğer hayat amacı olarak madam Curie
olmayı hedeflerseniz bu sizin hatanızdır. Madam Curie hayat amacını bulmuştu. Sizin
de hayat amacınızı arayıp bulmanız gerekiyor.
Madam Curie’nin karşılaştığı en büyük zorluk belki de kadın
olmasıydı. Günümüzde de durum pek iyi değil. Hala bir kadının bireysel varlığından
önce kadınlığı ön plana çıkıyor. Bunun sebeplerini burada tartışmak konu
bütünlüğünü bozacağından Madam Curie’nin yaptıklarına dönmeliyiz. O bize
başkalarının düşüncelerinden oluşan sınırlamaların etkisiz olduğunu gösterdi.
Tüm sınırlar sadece zihnimizdedir. Neyi ne kadar yapacağımızı en çok kendimiz
sınırlarız. Normal biri o dönemde bir kadının bilim kadını olamayacağını
kolayca kabullenir. Biz ise var olan sınırlar yetmiyormuş gibi yeni bahaneler
üretiriz. Bir şey yapmak istediğimizde keşke zamanım olsa, keşke param olsa,
keşke imkanım olsa diye düşünüyoruz. İmkan olsa yapacağımızı düşünmek,
düşündüğümüzü yapmış kadar rahatlatıyor bizi. Bu Oxford vardı da biz mi
okumadık demeye kadar gelebilecek bir güce sahip. Kendimizi fevkalade
kandırsak ta bunu idrak etmek için madam Curie gibi insanların imkanlarına
bakmak yeterlidir.
Madam Curie tüm zorluklara göğüs gerdi ve başarıya ulaştı. O
araştırmalarını yaparken bilgiye adım adım yaklaşıyordu. Hayat amacını
gerçekleştiriyordu. Peki neden böyle bir hayat amacı seçmişti? Herkes bir hayat
yaşıyor ve bir şeyler yapmakla zamanını dolduruyor. Bu zamanı iyi şeylerle
doldurmak insan hayatını daha anlamlı hale getiriyor. Amerika’yı uzaya taşıyan
apollo 11 isimli uzay aracının bilgisayarı 0.043 MHz hızında çalışıyordu ve 64
kilobyte hafızaya sahipti.(1 mb=1000 kb) Muhtemelen elinizdeki telefon bu
bilgisayardan binlerce kat daha fazla işlem gücüne sahip. Biri binlerce yıldır milyarlarca insanın seyrettiği aya götürürken diğeri size aynı
renkteki şekerleri patlattırıyor. İnsanların beyni kapasite olarak çok büyük
farklılık göstermese de kullanım amacı çok daha farklılık gösterebiliyor. Her
insan ve madam Curie bir nevi aya gitmeyi amaçlar. Çünkü iyi olan odur. İnsan
iyidir ve bu yüzden doğal olarak iyiyi seçeriz. Ama çoğu insan(madam Curie
hariç) yetersiz imkanları kendine bahane edinir ve iyi olanı yapmamakta kendini haklı çıkartır. Sonraları kendini aya gidemeyeceğine inandırarak
öğrenilmiş çaresizliği yaşar. Kimse iyi olanın ulaşılması kolay olduğunu
söylemiyor elbette. Kendi basit sınırlarımızı aşsak ta her zaman daha büyük bir
sınır bulunuyor. Bu sınırları aşmanın tek yoluysa iyi olanı tercih etmekten
geçiyor. Böylece kadınlara önyargı dahil bütün sınırlara göğüs gerilebiliyor.
Bu noktada madam Curie’nin zorlukları nasıl aştığını ve neden böyle bir hayat
amacı edindiğini anlıyoruz. Bu gerçekten bir tercih meselesi. Kolay olanı ve
karnını doyurmayı amaçlayarak yaşamayı seçebilirdi.
Peki biz neden iyi olanı seçmeyelim. Gerçekten hayat
koşullarımız Curie’ninki kadar kötü değil. Ama ne yazık ki sınırları kendimize
dost ediniyoruz. Üstelik bu sınırları kendimiz koymadığımız halde. Bir insan
kendi hayat çizgisini çizebilmeli ve kendi sınırlarını ortaya koyabilmelidir.
Üzüldüğüm nokta ise; iyi olanı yapacağımızı söylüyoruz, zor geliyor yapmıyoruz.
Sonra da kendimiz dışındaki etkenleri gösterip kendimizi haklı çıkartıyoruz. Gönlümüzü
iyi olandan yana olduğumuzla avuturken aslında kolay olanı seçmiş oluyoruz.
Daha da kötüsü rahatımız yerinde olduğu için kendimizi kandırdığımızı
hatırlatan her şeye karşı savaş açıyoruz. Böylece Madam Curie gibi insanlar
sıra dışı oluyor. Böylece o insanlara hayret ediyoruz. Ama hayret edip
geçiyoruz, yine kendimize dönüp hiç hesaplaşmıyoruz. Kendimize kolay olanı seçtiğimizi söyleyemiyoruz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder